Potemkin Zırhlısı, Eisenstein’ın 1925 yapımı propaganda filmidir. Sovyet Rusya’nın yeni bir ülke olmasından mütevellit filmde çokça ajitasyona şahit oluruz. Ekim Devrimi hâlâ tazedir, devrimci fikirler Rus toplumu tarafından benimsenmelidir. Tipik sosyalist fikirler “collective hero” (Türkçe terminolojide tam karşılığını bilmediğim için bu hâliyle kullandım. Birebir çevirisiyle ‘kolektif kahraman’ şeklinde kullanılır mı emin değilim.) tipiyle beyaz perdeye aktarılmış, böylece sosyalist propagandanın etkileyiciliği artırılmıştır. Fakat Potemkin Zırhlısı, sinema tarihinde yalnızca bir propaganda filmi olarak değer görmez. Onun değerini gösteren daha önemli bir detay vardır: Montaj. Film tekniği ve montaj zaten Eisenstein ve Kuleshov’un üzerinde incelikle düşündükleri noktalardı. Ve Eisenstein, bu düşünmelerin etkilerini yeni montaj teknikleriyle Potemkin Zırhlısı’nda sergilemiş oldu.

Eisenstein’ın filmde kullanmış olduğu en mühim tekniklerden biri “diyalektik montaj”dır. Film boyunca bu stili defalarca görürüz. Peki nedir bu diyalektik montaj? Diyalektik montaj; bir sahnenin, ya da daha genel mânâda belirli bir ânın iki farklı perspektiften görülmesi anlamına gelir. Dolayısıyla bir sahneyi iki farklı açıdan görmek, izleyici için sahnenin etkisini daha da artırmaya yarar. Örneğin, mutfakta tabak kıran asker sahnesi: Geçişlerin fazlasıyla hızlı olduğu bu sahnede kırılan tabakların farklı açılardan görüntülenmesi etkileyiciliği çok daha fazla artırmıştır. Filmin bir propaganda aracı olduğunu düşünürsek, esas amacın seyirciyi etkilemek olduğunu göz önüne almamız gerekir. Propagandanın etkileyiciliğini artırmak amacıyla yeni arayışlara giren yönetmenin, sinema tarihine ne denli büyük bir katkıda bulunduğunu söylemeden edemeyeceğim.

Değinmemiz gereken diğer bir nokta da Eisenstein’ın kullanmış olduğu bir başka teknik: Yakın plan. Bu tekniği duyanlar hangi sahneden bahsedeceğimi hemen anlamışlardır zannımca. Evet, Odesa merdivenleri. Bahsedeceğim sahne filmin esas çatışmasının zirvesini oluşturması bakımından oldukça önemlidir. Bu sebepledir ki merdivenler adeta filmin sembolü olmuştur. Yine filmin insanlar üzerindeki etkisini artırmak amacıyla bilinçli olarak kullanılan bu teknik amacına ulaşmış, seyirciler üzerindeki büyük etki tüm dünyada fark edilmiş ve film, uzun bir süre neredeyse bütün ülkelerde yasaklanmıştır. Odesa merdivenlerine geri dönelim. Halkın Çarlık askerleri tarafından vahşice katledildiği bu sahnenin her kesitinde yakın planla insanların yüzlerini, acıyı, vahşeti; kısaca her detayı ayrıntılarıyla seyrederiz. Her ayrıntının bu denli belirgin ve ön planda olması, propagandanın etkisini seyirci üzerinde hiç kuşkusuz daha fazla hissettirmektedir.

Kuleshov Effect

Diğer taraftan, Kuleshov’un 20. yüzyıl başlarında yaptığı montaj deneyleri Erken Dönem Sovyet Sineması’nın temellerini oluşturmuştur. “Kuleşov etkisi” bu önemli tekniklerden biridir. Kuleshov’un keşfettiği bu olguya göre birbirini takip eden iki çekimlik bir sekanstan, tek bir çekime kıyasla daha fazla anlam çıkar. Bu anlamı veren şey ise iki aynı sekans arasına konulan başka bir sekanstır. Daha net açıklayacak olursak, gözlerini kaçırmadan kameraya bakan bir adamın görüntüsünün ardından bir yemek sekansı ve tekrar adamın aynı görüntüsü sırasıyla ekranda görünürse; seyirci, adamın aç olduğuna dair bir çıkarıma varır. Şimdi aynı adamın aynı bakışının ardından yemek yerine tabut içinde bir çocuk sekansı ekleyelim. Bu görüntü ise seyircide hüzünlü bir ruh hâli uyandıracaktır. Dolayısıyla bu sıralı sekanslara anlam veren esas şey adamın bakışı değil baktığı noktadaki görüntüdür. Siz oraya ne koyarsanız koyun adamın bakışını ona göre yorumlarsınız. Tam anlamıyla zihnin işleyişini ve anlamlandırma sürecini görsel olarak ifade eden bu fenomen; Eisenstein gibi Sovyet yönetmenler tarafından benimsenmiş, propaganda filmlerinde çokça kullanılmıştır.

Son olarak filmin ses evrenine değineceğim. Potemkin Zırhlısı bir sessiz film olsa da filmde kullanılan sesler birçok farklı anlama sahiptir. “Metin dışı” (non-diegetic) olan bu sesler belli amaçlarla filmin içinde yer almaktadır. Çoğunlukla balta ya da makine sesleri gibi eş zamanlı sesler duyarız ve bu sesler sahnelerle birebir ilişki içindedir. Bir örnekle açıklayalım: Filmin sonunda uzun süren makine görüntüleri vardır. Bu makineler ritmik bir şekilde işler ve dışarıdan eklenen müzikle makinelerin işleyişi birebir uyumlu biçimde ilerler. Ve bu uyum, filmin etkisini daha da artıran bir noktaya varır. “Trrrrum / Trrrrum / Trrrrum! / Trak tiki tak! / Makinalaşmak istiyorum!” Nazım’ın “Makinalaşmak İstiyorum” adlı şiirinden de hatırladığımız gibi, Sovyet Rusya’nın makineleşmeye ve teknolojiye dair ilgisi malûm. Adeta bir makine fetişizmi göstergesi olan bu filmde, metin dışı müziğin bu fetişi fazlasıyla ön plana çıkarmak amacıyla kullanıldığını söylemeden geçemeyeceğim.

Eveet… Metne herhangi bir son yazmıyorum. Çünkü bir yere bağlamak, özetlemek, buradan yepyeni fikirler çıkarmak filan istemiyorum. Yalnızca anlatmak istedim ve istediğim gibi anlattım. Şimdi gidip Potemkin Zırhlısı’nı araştırabilir, izleme listenize ekleyebilir ve “off siyah beyaz bu, çok sıkıcı” diye hiçbir zaman açıp izlemeyebilirsiniz. Sevgiler, selamlar.

Part-time yazar, full-time hayalperest. Boğaziçi'nde öğrenim görüyor.

POST COMMENT

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir